Ana içeriğe atla

toplumsal hafıza eksikliği

Bilmiyorum hatırlar mısınız, 6 yıl kadar önce bu ülkenin 11 askeri, ABD'nin işgal ettiği Irak'ın kuzeyinde bulunan irtibat bürosundan baskınla alınarak, kafalarına çuval geçirilerek saatlerce alıkonmuştu ABD ordusu tarafından. Aynı bu olaydan 11-12 sene önce ABD'lilerin Muavenet zırhlısını yanlışlıkla vurmaları gibi bu olay da yavaş yavaş toplumumuzun hafızasında arkalara atılmaya, unutulmaya başlıyor. Oysa hatırlayın, stratejik müttefiğimizin, bugün başına getirdiği afroamerikan Obama'yla aynı Clinton döneminde olduğu gibi emperyalizmin tatlı yüzünü harekete geçirmiş ABD'nin Türk ordusunu ne derece aşağıladığını, hatırlayın yobaz, dinci, gerikafalı ve tahminen bu satırları okuyan her iki Türk vatandaşından birinin oy verdiği adamın söylediği sözü: "Müzik notası mı veriyoruz!" Böylesine diplomasiden, ulusal onurdan, her türlü şeref ve onurdan esasında, habersiz insanlarca yönetilmekten acı duymadığımız sürece, ABD'lilerin veya başkalarının bize yaptıklarını unutup içkisine ilaç atılmış genç kız misali kendimizi büyük devletlerin şefkatli kollarına teslim ettiğimiz sürece şimdiki zavallı Türkiye olmaktan kurtulamayacağımızı farkedin Allah aşkına.

Diyeceksiniz ki, savaş mı ilan etseydik, ilan etseydik de boyumuzun ölçüsünü alsa mıydık? Eğer savaş ilan etmiş olsaydık şimdi ne ben hayattaydım büyük ihtimalle ne de siz; çoğumuz, çoğu genç bir yerlerde savaşırken, belki mücadele ederken ölmüştük. Dolayısıyla elbette ki aklıselimle hareket etmek lazımdı, ama en azından tepkimizi de koyabilmek lazımdı. Ama hepsinden de önemlisi, hala lazım olan unutmamak, ama bu unutmayışı manasız ve ırkçı bir nefrete değil, akılcı bir gelişim stratejisine, umut duyulan bir geleceğe dönüştürebilmek.

Toplumsal hafızamız zayıf olduğu gibi bu zayıflık toplumsal algımızın da her türlü derinlikten yoksun olmasına yol açıyor. Mesela Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta sergilediği "One Minute" gösterisini ele alalım. Bu gösteriden sonra halkımız yığınlar halinde tapınmaya başladı adeta başbakanımıza. Yani kendi askerlerinin başına geçirilen çuvala nota bile veremeyen adama Filistinlilerin hakkını savunduğu için saygı duyuyoruz. Tayyip Erdoğan'ın bu tutumları mahalle kahvelerinde bu çuval olayından falan sonraki muhabbetleri andırıyor, "girelim ABD'ye, intikam alalım, boylarının ölçüsünü görsünler". Ama yiğit at üstünde belli olur ve Tayyip Erdoğan'ın at üstündeki marifetsizliğini hepimiz biliyoruz.

Dolayısıyla umutla bakamıyorum geleceğe. Demokratikleşmemiz açısından çok önemli bir aşama olabilecek Kürt açılımı konusundaki görüşlerimi bi önceki yazıda yazmıştım ama yukarıda da dediğim gibi yönetsel beceriksizlik ve ulusal onur kavramı hususundaki genel bilgisizliğini defalarca sergilemiş bir insanın bu noktada ülkemizin menfaatlerine en uygun çözüme ulaşmamızı sağlayabilecek siyasi basiretten yoksun olduğu bence malumdur. Ülkemizi bu beceriksiz yönetimlerden kurtarabilecek bir alternatife sahip olmamız dileğiyle;

Görkem

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Siyaset ve seçim üzerine kısa bir not:

Üçüncü dönemde oylarını artırarak iktidar oluyor akp, tek bir örnek vereceğim; Giresun'da fındıkçıların hali harap, fındık ticaretiyle uğraşan küçük-orta tüccar battı, fındığı işleyen küçük-orta sanayicinin durumu içler acısı, temel müşteri si bu insanlar olan şehir esnafı sallantıda. Yani 9 yıl önce ve 4 yıl önce hangi hayale oy verdilerse hiçbiri tutmadı. Bugün, hala %59 çıkıyorsa, bunda bir hayale kapılmaktan başka bir takım sebepler de, ki buna mezhepsel farklılıkların oy verme kararlarında etkili olması da dahil, aramaya başlamalıyız. En başından beri muhafazakarlık AKP seçmeni için belirleyici denilebilirdi, ama bence bu seçimdeki ağırlığı bundan önceki iki seçime kıyasla çok daha fazla. 2002'de krizi yeni yaşamış bir Türkiye, Irak'a girmek üzere bir ABD gibi iç ve dış faktörlerle, yıpranmış ve iddiası ya da umudu kalmamış siyasi rakiplere karşı kazandı AKP, ki aynı seçimde meclise giren diğer parti olan CHP'nin de 99'da baraj altı bir parti olduğunu hatırlama

Başlarken

Neden erkekler daha çok ilgilidir şiir ve yazınla? Şu kısa ömrümün ardından buna verebileceğim kısacık cevap şudur ki, hislerimizi ifade etmemiz için toplum bize çok fazla araç bırakmamıştır, ne istediğimiz gibi konuşabiliriz ne de ağlamamız mübahtır. Dolayısıyla yazmak bizim için son ve tek çaredir içimize atamayacak kadar dolduğumuzda. Ben de artık kafamın içinde biçimsizce dolaşan sözcükleri buraya dökeceğim bir anlam kaygısı gütmeksizin, bazense güncel, politik vesair konularda bir iki kelam edeceğim belki. Umarım bu benim için geçici bir heves olarak kalmaz ve uzun uzun buradan yazmaya devam ederim. Beni izlemeye devam edin diyorum öyleyse.